ornek siir

 

 

ZİNDANDAN MEHMED’E MEKTUP

 

Zindan iki hece Mehmet’im lafta!

Baba katiliyle baban bir safta!

Bir de, geri adam , boynunda yafta...

Halimi düşünüp yanma Mehmet’ im!

Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... bir uzun yol...Tuğla döşeli,

Kırmızı tuğlalar altı köşeli.

Bu yol da tutuktur hapse düşeli...

Git ve gel... Yüz adım... bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir alem ki gökler boru içinde!

Akıl, olmazların zoru içinde:

Üst üste sorular soru içinde:

Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;

Kaydını düştüler, mühür basıldı.

Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.

Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;

Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün “maruzât”!

Çatık kaş. Hükümet dedikleri zat...

Beni Allah tutmuş, kim eder azat?

Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...

Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi bir yırtıcı zil;

Sayım var, maltada hizaya dizi!

Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!

İnsanlar zindanda birer kemmiyet;

Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;

Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...

Yalnız seccademin yüzünde şefkât;

Beni kimsecikler okşamaz madem;

Öp beni alnımdan sen öp seccadem!

Çaycı, getir, ilaç kokulu çaydan!

Dakika düşelim, senelik paydan!

Zindanda dakika farksızdır aydan.

Karıştır çayını zaman erisin;

Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler;

Duvarda,başlardan yağlı lekeler,

Gömülmüş duvara,baş baş gölgeler...

Duvar, katil duvar,yolumu biçtin!

Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;

Tek nokta seçemez dünyadan nazar.

Yerinde mi acep, ölü ve mezar?

Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz?

Güneşe göç varda, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...

İstersen demirde muhali kemir,

Ne gelir ki elden, kader bu, emir...

Garip pencerecik,küçük daracık;

Dünyaya kapalı Allah’a açık.

Dua, dua eller karıncalanmış;

Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.

Gözyaşı bir tarla,hep yoncalanmış...

Bir soluk, bir tütsü,bir uçan buğu;

İplik ki incecik örer boşluğu.

Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş;

Karanlığında nur, yeniden doğuş..

Sesler duymaktayım: davran ve boğuş!

Sen bir devsin, yükü ağıdır devin!

Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed’im sevinin başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin geri dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın, elbet bizim,elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebet bizimdir.

NECİP FAZIL

 

 

Geri Dön